KIRILSAN DA EY KALEM
YAZMAK ZORUNDASIN
ADALAR DENİZİNDEN ALTAY ÖTESİNE DEK
TÜM TÜRKELİ ZEYBEKLERİNE

Dr.Özkul B. Çobanoğlu
 
Görklü Tanrı’ya beni kendini bilen nesne kıldığı en kutsal emaneti olan ruhuma kasem olsun ki kırılsan da yazmak zorundasın ey kalem. Türkeli’nin, Türklüğün çarpan yüreği durdu. Asena soyunun en soylu bozkurdu, Tanrı katına vardı. Metehan gibi, Oğuz Kağan, Çuçi Yabgu, Bumin Kağan gibi, Kürşad, İlteriş Kağan gibi, Cengizhan, Alpaslan, Sultan Yavuz Selim Han gibi, Sultan Süleyman, Timurşah, Babürşah, Nadirşah gibi, Mustafa Kemâl Atatürk gibi Görklü Tanrı'da kut bulmuş olan Türklüğün son cihangiri Başbuğ Alparslan Türkeş öldü. Görklü Tanrı’ya beni kendini bilen nesne kıldığı en kutsal emaneti olan ruhuma kasem olsun ki kırılsan da yazmak zorundasın ey kalem.
O, Türkeli’nin en ucunda, Adalar Denizi'nde vücut bulan son cihangir, son Başbuğ uçmağa vardı. Onun gönlünde Allah'ın rızasını kazanmaktan gayrı ne bir ihtirası ne de sanayide, ilimde, fende, teknikte Türklüğü geçenlerden gayrısına hasedi vardı. O bütün varlığıyla Sahaelinden, Bayırbucakeli'ne, Türkmeneli'nden Çuvaşeli'ne varıncaya dek tüm Türkeli'nin, aziz yurdumuzun, muazzez ırkımızın özüydü.
Korkut Ata'nın öz torunu Atsız Ata'nın, O, "şerefli insanın verecek tavizi yoktur" diyen ve Türk olarak yaratılmış olma şerefinden taviz vermeyi Tanrıya şirk koşmaya denk günah bilen Atsız Ata'nın boy boylayıp soyladığınca;
Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın
Dediğince sene 1931’de Atsız atanın, o töreyi tutup, yaşayıverdi ve yaşatıverdi. Türk Cihan Hakimiyeti mefkuresinin Türk’ün İslam ülküsünü adalar denizinden Altay’ların daha ötesine dek Türk Gençliğinin yüreğine aşılayıverdi. O, Türklüğün ruhunun yok olmaması için kıyamete dek var olma ve ebediyen özgür olma mücadelesinin meşalesini tutuşturduğu ocağın, mübarek ocağın, Ülkü Ocağı’nın, Ülkü Ocakları’nın yanması tutuşması için 9 Işığın, Hacı Bektaş’ların 9 Çerağ’ın uyanması için, Ruhunu 9 kat körlük, ömrünü seksen kat kömür kılan kutlu devircidir. Selam sana ey Türkeli, selam size ey Türkeli Zeybekleri, bu ikinci Ergenekondur.
Birincide maddi varlığını, vücudunu, mevcudunu korumuştun ikincide de mânevi varlığını ve ruhunu. O Türklük gurur ve şuuruyla, Allah'ın rızası için İslâm imanına müslüman ahlak ve faziletiyle hizmet etmeyi esas kabul eden Türklük ruhunu en som şekliyle yaşayan ve yaşarken yaşatan ve bu ruhla çıktığı gönül seferberliğiyle Türk Dünyasını kuşatandır. Ve kuşatma tamamdır ey Türkeli zeybekleri! Toprağa düşen Türkeş değil, bulut bulut göğe ağan dokuz tuğlu sancaktır.
O, en ulu Bozkurt'un izinde yol ve hâl azmadan ileri. Ülkücü Hareketin ikinci dalgasını hedefe vardırmak tek tek cümle cihan Türklüğünü bir nabızda atan yürek kılmak için ileri. Hem içe hem de taşra başlasın bir yeni gönül seferberliği.
Onun, seksen yıllık bir ömür boyu süren Gönül Seferberliği... Türklüğün muzdarip halini bir ömür boyu ruhunda duya duya ızdırap içinde geçen bir ömür... Aşındı durdu ülkü yollarında uyuyanlar uyanana, suskunlar ses çıkarana dek... Onun inlediğin kim gördü... Kim gördü bir kaç kez binbir entrika ile kurulan kahpe sehpalara doğru yürürken bile bir damlacık dahi olsa akan gözyaşını..
O dağ gibi yoldaşlarını her biri Salur Kazanca, Kara Günece, Bamsı Beyrekçe, Deli Dumrulca bir Oğuz delisi birer ülkü devi, birer ülkü azmanı olan ülküdaşlarını Osman Batur'u, Dündar Taşer'i, Erol Güngör'ü, Ruhi Kılıçkıran'ı, Dursun Önkuzu'su, Süleyman Özmen’i Gün Sazak'ı, İsa Yusuf Alptekin'i, Cevher Dudayev'i, Galip Erdem'i yüzbinlerle, bin kere yüzbinlerle daha niceleri yarı yolda ölenler, rahmeti rahmana gidenler, O çıktığı ülkü yolunda son nefesine kadar tek başına dahi kalsa Yüce Dileğe doğru at salmaya her daim hazır değil miydi ? Yaşamadı mı hayatı, tıpkı Atsız Ata'nın mısralarındaki gibi;
Iztırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.
Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın!
İrâdenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.
Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefküresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedì kalmalısın...
Gencecik yaşında tabutluklar, şuyuu vukuundan beter tırnak sökmeler, adlarını anmak bile böyle bir yazıyı kirletecek olan bir sivrisinek kadar zevâlli zavallılar, karafatmalardan ve kuşlardan af dileyerek söylemek gerekirse bir nice necaset böceği ve binlerce kuş beyinli onu hiç ama hiç anlamadılar, bu seksen yıl boyunca Turan kozasını ören ipek böceğine zulmettiler, ona işkence ettiler, iftira attılar, ezmek istediler...
Heyhat kim gördü onun ezilmekten çekindiğini, O daim gerilemekten sakındı. Onun irâdesiyle bütün uzaklar yakındı. Ve O hangi ateşlere atılıp hangi denizlere dalmadı ki? Onu sorun, sorun yedi deniz dört köşe ve bucak ile konuşursanız ve bir an için nefsinizi onun yerine koyarak düşünürseniz anlarsınız, anlayabilirseniz, seksen yaşında Almanya, Amasya ve Ankara'da mücadele gereği katılınılan bir nişan töreni üçgeninde at koşturmayı... anlayabilirseniz durun ve kendinize gelin...Kendinize gelin, ey siz nefsiniz peşinde ahmakça iz sürenler, yeter gayrı geri...geri, geri gelin, ülkü ocağına gelin! Yanın biraz, sertlikleriniz yumuşasın, hamlıklarınız olgunlaşsın, mevkiniz, makamınız, adınız, şanınız, yaşınız ne olursa olsun geri...geri, geri gelin, ülkü ocağına gelin... Unutmayın ama hiçbir zaman unutmayın ki, O yaktığı ülkü ocağının ateşinden, ülkü ocağının başından hiç ama hiç ayrılmadı.
Meraklanmayın, O ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak, ne de sıska gögüslerinize rozet gibi taktığınız muhtelif rozetler gibi bir çiçek olma derdine hiç ama hiç düşmedi yaktığı ülkü ocağının başında yanar, cayır cayır yakılırken ülkücü sempatizanlar olmasaydı, O hiç tereddütsüz Ocağın helâsını temizleyip, çayını demleyip gelenlere hizmet etmeyi, Parti'nin Genel Başkanı olmaktan daha az şerefli görmezdi. Hadi ülkü ocağına gelin ve helâlaşan gönlünüzü temizleyin, hadi ocağa gelin bir kez daha yüreğinizi demleyin. Milliyetçi olun, Ülkücü olun, Toplumcu olun, Ahlâkçı olun, İlimci olun, Hürriyetçi ve Şahsiyetçi olun, Köycü, Halkçı, Endüstrici, Teknikçi kırın tabularınızı, yıkın dogmalarınızı Gelişmeci olun.
Nasıl olunur derseniz en mükemmel örnek O, Onun gibi olun. Olamazsanız ölün. Ama öyle ölünki ömrü boyunca kanınıza susayanlar, sizi bir kaşık suda bile boğmayı aklına koyanlar, sizi öldürmeyi ahdedenler ölümünüzle dirilsinler, bir anlık bile olsa Bilge Kağan'ın dediğince "titre"yip kendine gelsinler, kısaca günümüz Türk medyasının şanlı şerefsizleri gibi ölümünüze ağıt yaksınlar. Ölün ölebilirseniz, ama onun gibi ölün. At üstünde ölün. Rahat döşeklerde değil. Avradınızın koynunda, bunayıp, ölümden meyus olup bunalarak, çamurlara lekelere, şerefsizliklere bulanarak değil, At üstünde, murat üstünde ölün. Seksen yaşta Yüce Dileğe doğru sekiz yükmek daha çıkmanın derdinde seksenleşen yaşınızı unutarak ölün.
Eğer Onun gibi gökte güneşle ve ayla yoldaşlık etmemiş ve tepe, ırmak aşıp ova yayla tepmemişseniz, Onun gibi Lefkoşa'da hayata gelirken patlayan boradan daha sert bir Kar Kasırgası içinde gidemezsiniz.
Tıpkı, ama tıpkı, Korkut Ata'nın öz torunu Atsız Ata'nın, O, "şerefli insanın verecek tavizi yoktur" diyen ve Türk olarak yaratılmış olma şerefinden taviz vermeyi Tanrı’ya şirk koşmaya denk günah bilen Atsız Ata'nın boy boylayıp soyladığınca;
Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Senin bu dünyada nasibin var: Savaşmak!
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.
Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla,
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.
Gidemezsiniz, Kar kasırgası içinde gidemezsiniz. Ancak ya Onun gibi olup ya da Onun gibi ölürseniz. Bahtiyar olmayı, mesut olup gülmeyi aklınızdan söküp çıkarmışsanız belki...O "Hayat" denenin "yüz paralık kurşunla" gittiğini bildiğinden, her daim uzak olan "Tanrı yolu" için erken kalkıp sıkı giyindi. Lâkin bütün ömrü boyunca özlediği "Güzel Kızılelma"ya varamadan ağdı Yaradan katına.
Ey üç bin yıl sonra, bir gece yarısı Midilli Ülkü Ocağında Urumçi Ülkü Ocağı başkanına Üç Mayıs Türkçüler Bayramını kutlamak için kart yazarken canı birden bire ve nedensiz sıkılıp Ocağın kitaplığından aldığı bir kitaptan rastgele açtığı sayfada ve hep olduğu gibi tesadüfen (!) bu satırları okuyacak olan Türkeli zeybeği bu sözlerim sanadır:
Son Başbuğ belki de artık sizin kullanmadığınız miladi takvimle 1997'de 4 Nisan günü uçmağa vardı. O gece sabaha karşı Ankara'da Bayındır Hastahanesi önünde Meriç, Muzaffer'e, Muzaffer bana ve ben de Metin'e gösterdim tüm Görklü Tanrı'da kut bulup, bulutlaşıp göğe ağan kağanlarlayın ağışını. Ve sonra Nisan ayında günlerce Ankara'da kar yağdı. Onun aziz bedenine ağuşunu açan yurt toprağına defin töreninde Kar Kasırgası yurdu sardı.
O güne kadar Onun istediği vasıflara sahip olmayı layıkıyla beceremeyen biz ülkücüler, şehirdeki dağa çıktı, dağdaki şehre indi de nihayet derlenip toparlandık. Kendisine "ağabey" dendiği için büyüklenip, kibirlenen büyüklerimiz, başta olmak üzere cümlemiz nefslerine uydukları için tövbe edip, af dilediler, titreyip kendilerine döndüler, Ocağa geldiler, pişenler de yeniden piştiler, çifte kavruldular, hamlıktan, tembellikten savruldular, Allah rızası için kantar derdine değil, kan ter derdine düştüler.
Bir beğ arı seçip kovandan etrafına oğul arı gibi üştüler. Tanrı kut verdiği için yolumuz, ülkümüz kutlu olduğu için Tat’tan çok çalıştılar. O zaman "muassır" veya "çağdaş" denilen Batı Medeniyetini erişip geçtiler arşın arşın kulaç kulaç fersah fersah. Dünya insanlığının kesilmişken bahtı simsiyah. O, Türk'ün İslâm Ülküsü oldu, yurtta ve cihanda, kalpte ve kafada sulhu ve huzuru sağlayan. Türk'ün derdine düşüp, İlayı kelimetullah derdine düşünce insanlık düşüncesi berraklaştı vahyin ve sünneti nebinin ışığında ve kapitalizm denen izm ve kardeşlerinin körüklediği her ne pahasına olursa olsun teknolojik üstünlük çılgınlığından, et derdinden etiğe dönüş başladı. İnsanlar, Uzayın derinlikleri kadar nihayet yüreklerinin sesine kulak verip yüreklerini keşfe çıktılar. Topyekün ve global cinnete çeyrek kala yer zehirle zehirlenmişken, gök safirle delinmişken, insanlar açlıktan ve yokluktan ölüyorken cinnet yeryüzünden uzaklaştı.
İşte o zaman anladı insanlar miladi 1989'da irtihâl eyleyen Kastamonulu Mehmet Fevzi Efendi Hazretleri’nin vaktiyle istidrac yoluyla söylediği kerâmeti "Türk Milliyetçilerinin nihâì zaferi karlı kasırgalı bir bahar günü başlayacak."
Onun, Son Başbuğ'un cenaze töreni için toplanan mahşeri kalabalık başlattıkları bütün zamanların en büyük yürüyüşünü hiçbir zaman durdurmadılar.